İnsan yaptığı duâlardan zarurî rızık tarafına bakan ıztırarî duâ sınıfındaki duâlarının karşılığını kesin olarak bu dünyada alır. Çünkü bu, Rezzak-ı Kerîm tarafından vaad edilmiştir.
Diğer türlü, zarurî rızka yönelik olmayan veya imtihan vesilesi olan belâ ve musîbetlerin def’i için yapılan duâların makbul olmasının ise şartları vardır. Nasıl bir devlet dairesindeki işiniz için belli şartlara uygun dilekçe yazmanız gerekiyor. Dilekçenin hitabının, üslûbunun ve diğer unsurlarının güzelliği kabulünde etkili oluyorsa; yapılan duâların da kabule yakınlaşması için güzelliklerle dolu olması etkili oluyor.
Peygamber Efendimiz (asm) bir çok hadisinde; babanın oğula, misafirin, oruçlunun, hastanın, mazlûmun… duâlarının makbul olduğunu belirtiyor.
Bediüzzaman, duânın makbuliyet şartlarını 23. Mektub’da şöyle sıralıyor:
“Esbâb-ı kabul dairesinde olmalı. Çünkü bazı şerâit [şartlar] dahilinde duâ makbul olur. Şerâit-i kabûlün [kabul şartlarının] içtimâı [bir araya gelmesi] nispetinde makbuliyeti ziyadeleşir.
“Ezcümle [meselâ], duâ edileceği vakit, istiğfar ile mânevî temizlenmeli; sonra, makbul bir duâ olan salâvat-ı şerifeyi şefaatçi gibi zikretmeli ve âhirde yine salâvat getirmeli. Çünkü, iki makbul duânın ortasında bir duâ makbul olur.
• Hem bizahri’l-gayb, yani gıyaben ona duâ etmek,
• Hem hadiste ve Kur’ân’da gelen me’sur [tesirli] duâlarla duâ etmek; meselâ, ‘Allahım, Senden kendim ve onun için dünyada ve âhirette af ve âfiyet istiyorum.’ (Hadis)
‘Ey Rabbimiz, bize dünyada da güzellik ver, âhirette de güzellik ver. Ve bizi Cehennem ateşinin azâbından koru.’ (Bakara Sûresi, 2:201.) gibi câmi duâlarla duâ etmek,
• Hem hulûs [ihlâsla] ve huşû ve huzur-u kalble duâ etmek,
• Hem namazın sonunda, bilhassa sabah namazından sonra,
• Hem mevâki-i mübarekede [mübarek mevkilerde], hususan mescidlerde,
• Hem Cumada, hususan saat-i icabede,
• Hem şuhur-u selâsede [üç aylarda], hususan leyâli-i meşhurede [meşhur gecelerde],
• Hem Ramazan’da, hususan Leyle-i Kadirde duâ etmek, kabule karin olması rahmet-i İlâhiyeden kaviyyen me’muldür.” (Mektubat, s. 270)